ANNA KARANTİNA
Zor günlerden geçiyoruz. Korona Virüsü nün yol açtığı büyük değişim, geçici mi yoksa kalıcı mı olacak? Henüz belli değil. Ancak, dijital sisteme geçişin bir aşaması olduğu aşikar. Bunun bir sistem sahibi oyunu olduğuna yemin edebilirim. Ama ispat edemem.
Şöyle ki; dünyadaki tüm mal varlıklarının değerinin 10 katrilyon dolar olduğu söyleniyor. New York Times ın 2012 yılında yaptığı bir mülakat var. Dünyada çok fazla değil, ama Abd de epey tanınan bir iş adamı(!) ile. İsmini inanın hatırlamıyorum. Şöyle diyor: “Dünya mal varlıkları 10 katrilyon dolar civarında.” Yine bizden birisi, Ramazan Kurtoğlu Hoca, yanılmıyorsam Okan Bayülgen in yeni internet televizyonunda gerçekleştirdiği Muhabbet Kralı adlı programda, toplam borç miktarını 19 katrilyon dolar olarak açıkladı. Diğer konuklar da doğruladılar onu. Yani 9 katrilyon dolar borç üretilmiş. Bunu uzun uzadıya açabilecek iktisat bilgisine sahip değilim. Ama bazı şeyleri anlayabilmek için ille de konunun uzmanı olmak gerekmiyor. Üretilen borç miktarı, yani minimum 9 katrilyon dolar borç, dijital ortamda. Kısacası; “Hayır efendiler! Dijital paraya çoktan geçtik bile.”
Peki, bizi gelecekte nasıl bir dünya bekliyor? Söyleyeyim. Daha acımasız. Daha kölelik gerektiren, açık açık kölelik gerektiren bir sistem inşa ediliyor. Epeydir bunun alametleri var zaten. Devletlerin sınırları ortadan kalkmaya başladı bile. Bazı halklar bunu umursamıyor. Ancak bizim gibi olanlar hariç. Yani Türk Halkı, bunu benimsemeyecektir. Vatan teması olmadan bir hayat düşünemeyiz biz. Düşünmeyelim de zaten. Bizler için en güvenli yer Türk Bayrağının altıdır. Asırlar boyu bu hep böyle olmuştur. Böyle olacaktır da.
Konuşulacak çok şey var. Ancak biz gibi insanların, yani gazetelerde bir köşede bir şeyler karalayan insanların asli görevi, toplumu düşünmeye, farklı bakış açılarını düşündürmeye yöneltmektir. Zira herkes her şeyi bilemez. Bilmesine de gerek yoktur zaten. O sebepledir ki, bizlerin yapması gereken, halk için, millet için, devlet için en iyisinin olmasını istemek ve bunun için üzerimize düşen görev her ne ise onu yapmaktır. Eğer bugün de, kendi çıkarlarımız için hareket edersek, ileride ceremesini hep beraber millet olarak çekeriz. Bunun için, şöyle güncel bir örnek verebilirim. Sosyal medyada bir yazı vardı. Kim yazmış bilmiyorum. Ama akıllıca ve birliğin gerekliliğine vurgu yapıyor. Korona belasının henüz ortaya çıktığı günlerdi. Mart başı gibi. Kolonyanın virüs için etkili olduğunu söylüyordu yetkililer. Haliyle herkes kolonya almaya hücum etmişti. Yazı aynen şöyleydi: “Bütün kolonyaların sende olması seni korumaz! Herkeste olursa korunursun!”
Peki, bu süreçte dünya ve ülkemiz nasıl bir sınav verdi? Kısaca bir göz atalım. Çin, virüsün kaynağı olarak lanse edildi. Ben hala, bunun manipülatif bir dümen olduğunu düşünüyorum. Çin’ i ilk başlarda ticari bir rakip olarak pek de ciddiye almayan Amerika nın, ilerleyen zaman içerisinde sert ve baş etmesi zor bir rakip olduğunu anlamasıyla gerek duyduğu bir dümen… İtalya; virüsü ilk zaman ciddiye almayanlardan. Faturasını ağır ödediler. İspanya ve Fransa da aynı. Ancak en ağır fatura İngiltere ye çıktı. Ölüm oranı çok yüksek. Tıpkı ABD gibi. Üstelik, çoğumuzun, ülkemizdeki her olumsuzlukta örnek verdiği o meşhur cümle “Bak Avrupa da şöyle, böyle, Avrupa işi çözmüş vs..vs…” resmen çöktü. Sağlık sistemlerinin nasılda yetersiz kaldığına üzülerek şahit olduk. Seversiniz, sevmezsiniz; ancak bir muhalif olarak söylüyorum ki, aksaklıklara rağmen, devlet ve hükumet, bu salgında; bilhassa sağlık bakanlığı - ve hatta sağlık çalışanları başta olmak üzere - iyi bir sınav verdiler / veriyorlar. Benim de doğru bulmadığım bir takım uygulamalar oldu elbette. Ama genel çerçevede başarılı olduğumuz aşikar. Hele ki Avrupa ile kıyaslayınca. Hülasa, roman gibi, film gibi, hatta masal gibi bir dönem yaşıyoruz. Roman olsa adı “Amma Karantina”; Film olsa adı “Karantina Yalnızlığı”, masal olsa adı “Karan ve Tina ile Cadı” olabilirdi. (Tamam, kötüydü kabul ediyorum. Burayı okumadınız var sayın.)
Gene sokağa çıkma yasağı var. Bu sefer bari marketlere hücum edilmesin. Sahi, şu LUPPO olayı nedir hala bilmiyorum. Galiba o meşhur geceki 2 saatlik süreçte birisi marketten acil ihtiyaç babında çikolata almış. Bu hengâmede bu muydu derdin be adam, başlıklı yarı mizahi yarı hakaretamiz tweetler ve yazılar okudum. Yapmayın, etmeyin. Belki evde Luppo diye ağlayan torununu mutlu etmek isteyen bir dede idi, ya da baba. Herkesin telaşı kendi ekseninde heyecanlı ve elzemdir muhakkak. Fakat bildiğim bir şey varsa, o da şu ki; LUPPO, milyonlar harcasa yapamayacağı reklamı bu sayede yaptı. Ben LUPPO üreticisinin yerinde olsam, o gece alan kişiyi bulup, 1 yıllık luppo ihtiyacını karşılardım. Marketlerden, bakkallardan, büfelerden özgürce, eleştirilmeden, yargılanmadan LUPPO alacağımız günlere kavuşmak dileği ile…