KAZIN AYAĞI
Son ayların en çok konuşulan konuları malumunuz, Doğu Akdeniz Meselesi ve S-400 konusu oldu. Bu iki başlığın altında yüzlerce detay konu var elbet. Bütün bu ana konu ve detaylar çerçevesinde bakıldığında Türkiye’nin uluslararası arenada yalnızlaştırılmaya çalışıldığı, haklarının ihlal edilip gasp edilmeye çalışıldığı bir süreç yaşadık. Bu süreçte Türk Hükümetinin tutumu kesinlikle bir Türk Vatandaşı olarak takdirle karşıladığım bir tutumdur. Öyle ya da böyle gerek sınır güvenliği gerek Mavi Vatan hassasiyeti gerekse de savunma konusundaki hassasiyetler Türkiye’nin uluslararası alanda ne kadar haklı olduğunu defaatle gösterdi.
Bütün bu detayları alıp yoğurduğumuzda ülkemizin ciddi bir tehlike altında olduğu gerçeği de açıkça görülmektedir. Doğu Akdeniz hamlesi Türkiye’nin karşısına çeşitli ülkeleri getirdi. Bu ülkelerden en önemlisi de hepimizin bildiği gibi Kıbrıs Rum Kesimi nedeniyle garantör olan Yunanistan oldu. Tabii Yunanistan’ın öne atan -diğer ülkeler isimlerini saymaya bile gerek yok- de Türkiye’nin karşısında dolaylı da olsa duruyorlar. Gerek resmi gerekse de gayri resmi yaptıkları açıklamalardan bunu anlamak zor değil.
Yukarıda yazdıklarımı birçok tv kanalında, köşe yazılarında mutlaka karşılaştığınız konulardır. Ben sadece hatırlatma babında bu konulara girmek istedim.
Türkiye’nin S-400 konusundaki siparişinin acil koduyla geçmesini hepiniz duymuşsunuzdur. Belli ki bu durum ilk olarak Doğu Akdeniz kargaşası ve ikinci olarak da Ortadoğu karışıklığı içindi, her ne sebeple olursa olsun, netice itibariyle verilen siparişler Temmuz ayı içinde Türkiye’ye ulaştı. Bu süreçte ABD (NATO) Türkiye’ye S-400 almaması yönünde baskı uyguladıysa da sonuç vermedi. Kim haklı kim haksız her şey zaten ortada fakat ABD’nin 31 Temmuz’a kadar Türkiye’ye verdiği bir süre vardı. Bu süreye kadar S-400’den vazgeçilmesi ve aksi durumda yaptırım ve ambargoların devreye gireceği tehdidi açıkça ABD (NATO) yetkilileri tarafından dünya kamuoyuna duyuruldu. Tüm bu tehditlere rağmen sonuç değişmedi.
Şimdi gelinen nokta 31 Temmuz süresinin de dolduğunu düşünürsek ABD (NATO)’nun Türkiye’ye yapacağı yaptırımların açıklanması süresi. Fakat ilginçtir F-35 projesi kapsamında ABD’de eğitim için bulunan pilotların gönderilmesi haricinde hiçbir yaptırım henüz açıklanmadı. Belki ilerleyen günlerde açıklanacaktır fakat bu yazı hazırlanırken henüz açıklanmamıştı.
Acaba yaptırımlar açıkça ifade edilip bir eylem planı mı hayata geçirilecek yoksa farklı bir yöntem mi hazırlanacak. Zira ABD (NATO)’nun bu konuda sessizliği de hiç hayra alamet değil bence. Fakat son zamanlarda değişik iç hadiseler boy göstermeye başladı. Geçmişte yaşadığımız benzer hadiseler gibi bir çevre hassasiyeti ile çeşitli eylem planları hazırlanıyor sanki?
Günlerdir sosyal medyada Salda Gölü ve Kaz Dağlarındaki altın arama madeni ufak ufak yer buluyordu. Fakat 1 ağustos itibariyle Kazdağlarındaki maden sorunu bir anda köpürmeye başladı. Oraya ekipler gitti basında daha çok yer bulmaya ve gündeme oturmaya başladı. Şimdi bu yazıyı okuyan birçok okuyucu “hadi ordan diyecektir” haklı olabilirler. Fakat bu hadisenin gündem olmaya (yoğun gündemden bahsediyorum) başladığı tarihe bir baksınlar. Bu hadise ile birlikte Salda Gölü üzerindeki projeler de gündem olmaya başladı.
Bu konuya değinmemin sebebi çevre düşmanı olmam değil, orada yapılanları doğru bulduğum falan da değil. Bu konuların değinmemin tek sebebi yukarıda belirttiğim hassas bir süreçte bu iki önemli konunun bu günlerde ortaya çıkması. Netice itibariyle devletler politikalarında dostluk yoktur çıkar ilişkisi vardır. Ve bir devlet bir devletin hassasiyet noktalarını kaşır her daim. Yeter ki uygun zemin ve fırsat ortamı yakalasın. Bunu geçmişte gördük.
Şimdi benim merak ettiğim konu şu; bunca hassas bir dönemden geçerken ülkede her iki kişiden birinin iktidara dolaylı olarak da devlete güvenmediği bir düzlemde neden bu hadiseler devlet tarafından topluma sağlıklı bilgilerle anlatılmaz ya da Çevre Bakanlığı Salda Gölünde ve Kazdağlarında yapılanları yaptığı resmi açıklamayla sınırlı tutar.
Birlik ve beraberlik içinde olmaya en çok ihtiyacımızın olduğu bu dönemde düşmanın ekmeğine neden yağ sürülür? Zira bu hassasiyet öncekilerde olduğu gibi kaşınacak ve daha çok kanatılacağı bellidir.
Umut ediyorum ki; bu hadiseler sosyal medyada abartıldığı kadar yoktur ve devlet en kısa zamanda her iki bölgede de her açından görsel ve yazılı olarak yapılacakların doğaya ve topluma zararlı olmadığı konusunda ikna çabasına girecektir. Aksi durum bizi çok üzecek bir noktaya getirecek hem ülkenin doğasına hem de sosyolojik, ekonomik, politik ve siyasal anlamda canımızı çok yakacaktır.